22 Mart 2010 Pazartesi

Andersen Kibritçi Kız

KİBRİTÇİ KIZ, ANDERSEN

Lapa lapa kar yağıyordu. Soğuk uzun bir gece başlıyordu. Bu gece yılın son gecesiydi. Yani yılbaşı gecesiydi... Bu gecenin acımasız soğuğu ve karanlığında çıplak ayaklı, başı açık, küçük zavallı bir kız sokakta tek başına yürüyordu.
Küçük kız evden çıkarken terlikleri ayağındaydı ama, annesinin, ayakları üşümesin diye verdiği bu terlikler ayağına büyük geldiğinden, karşıdan karşıya geçerken karın içinde kalmıştı. Küçük kız çok aramış ama bulamamıştı onları.
Soğuktan kıpkırmızı olmuş minik ayaklarıyla zavallı küçük kız karların içinde yürürken bir yandan da elindeki birkaç paket kibriti satabilmek için oradan oraya dolanıp duruyordu. Çok kötü bir gündü. Daha bir tek kibrit bile satamamış, tek kuruş kazanamamıştı. Kar taneleri, sarı bukleli saçlarının arasından kayıp süzülürken sarı bukleleri onun umurunda bile değildi. O, evlerin pencerelerindeki ışıklara bakıyor, sokağa yayılan buram buram nar gibi kızarmış hindilerin kokusunu içine çekiyordu. Sadece "Tabii, yılbaşı gecesi! Bu gece" diyordu içinden.
Böyle bitkin ne yapacağını bilmez bir halde dolaşırken iki ev arasında küçücük bir köşe ilişti gözüne. Bu köşeye sığındı. Büzülerek üşümemeye çalışıyordu. Hava gittikçe soğuyor, kar gittikçe şiddetleniyordu. Bu şartlarda eve dönemezdi. Tek bir kibrit satamamış, hiç para kaza¬namamıştı. Eğer para götürmeden eve dönerse babası onu dövecekti. Evlerinin de bu sokaktan pek farkı yoktu zaten. Ha burada üşümüştü ha orada. Kendi kendine, "Bir kibrit yakarsam belki ısınırım," diye düşündü. Paketten bir tane çekip duvara yanması için sürttü. Soğuktan donmuş küçük avucunda sanki bir lamba yanmıştı. Öyle sıcak, parlak bir alevdi ki kendisini pırıl pırıl alevlerle yanan kocaman, sıcacık bir sobanın karşısında duyumsadı bir an. "Bari biraz da ayaklarımı ısıtayım," derken, alev sönüverdi. Soba kaybolup gitmişti. "Bir kibrit daha yaksam" diye düşündü ve yaktı. Bir kibrit çöpünü daha duvara sürttü. Kibrit alevinin ışığı duvara yansıyınca duvar sanki pembe bir cam gibi parlamıştı. Gözünün önünde kar gibi beyaz örtülü nefis bir sofra canlandı. Geniş porselen tabakların içinde nar gibi kızarmış bir hindi, çeşitli yiyecekler, erikler, elmalar doluydu. Kral sofrası gibiydi. Hindi, kızın önüne gelir gibi olduğu sırada ikinci kibrit de sönmüştü, duvar gene kararmıştı. Üçüncü kibriti de çaktı. Karşısında çevresi rengârenk oyuncaklar ve hediyelerle kaplı pırıl pırıl dev bir noel ağacı oluştu. Geçen noelde kapısından içeri baktığı, zengin bir tüccarın evinde görmüştü. Bu ağaç ondan büyüktü. Dalların üzerinde binlerce mum yanı¬yordu. Bu güzel düş karşısında küçük kızın yüzünü gülümseme kapladı. Ama kibrit yine sön¬müştü. Ama gözlerinin önünde hâlâ binlerce mum yanıyordu. Mumlar gittikçe yükseliyor, gökyüzüne doğru çıkıyordu. Birden hepsi birer yıldız oldu. İçlerinden biri kaydı. Gökyüzünde güneşten bir daire çizip sonra kayboldu. En çok sevdiği insan olan büyükannesi, ona, "Bir yıldız kaydığı zaman biri ölür," demişti. Demek yine biri öldü diye düşündü küçük kız.
Bir kibrit daha çakınca alevin sıcaklığında en güzel, en tatlı haliyle büyükannesini gördü karşısında. "Büyükanneciğim ne olur beni al yanına. Kibrit söndüğü zaman sen de yok olacaksın biliyorum. Tıpkı sıcak soba gibi, kızarmış hindi gibi, parlak noel ağacı gibi seni de kaybetmek istemiyorum!" dedi. Bütün kibritleri birbiri ardına yakmaya başladı. Büyükannesi hep karşısındaydı. Onu hiç bu kadar güzel, hiç bu kadar canlı görmemişti. Büyükannesi küçük kızı kollarına aldı. Neşe içinde bulutların üstünde uçmaya başladılar. Ne kar, ne soğuk, ne açlık ne de keder vardı. Orada Tanrı’nın yanındaydı, mutluydu artık.
Ertesi sabah sığındığı köşede bu tatlı küçük kızı, yüzünde tatlı bir gülümseyişle gören insanlar "Zavallı çocuk, yılbaşı gecesi soğuktan donarak ölmüş olmalı!" diye üzüldüler. Kucağında yanıp kül olmuş, bir paket kibritle masum ve zavallı oturuyordu o kuytu köşede.
"Isınmak istemiş demek," dedi yoldan geçenlerden biri. Ama güzel düşlerden, yaşadığı tatlı anlardan, en sevdiği büyükannesiyle birlikte mutluluk içinde göğe uçtuğundan kimsenin haberi olmamıştı. Tabii ikisinin ne kadar mutlu olduklarından da.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder